21 Kasım 2008 Cuma

Globalleşen Kriz ve Gelecekteki Ekonomik Konumlamalar

Dünyadaki tüm ülkelerin toplam GSYH'si, yani o yıl içinde ürettikleri mal ve hizmetlerin bütünü 62 trilyon dolar olarak hesaplanmakta, Bu rakamının dörtte biri 14,3 trilyon dolar ABD’nin. ABD’yi 4,8 trilyon dolar ile Japonya, 4,2 trilyon dolar ile Çin, 3,8 trilyon dolar ile Almanya, 3 trilyon dolar ile Fransa, 2,8 trilyon dolar ile İngiltere, 2,4 trilyon dolar ile İtalya izliyor. Türkiye, IMF 2008 tahminlerine göre 799 milyar dolar bu sıralamada 15. sırada yer alıyor.

Dünya GSYH’nin dörtte birini oluşturan Amerika’da çıkan krizin, son yüzyılın en büyük krizi olduğu ulaşamayacağı ülke yok gibi. Ülkemizde de kriz hızla hissedilmeye başladı.

Uluslararası yatırım danışmanlık kuruluşu Goldman Sachs'ın 2050 yılına ilişkin dünya ekonomik projeksiyonu raporunda belirttiğine göre, Türkiye 2050 yılında dünyanın 9. büyük ekonomisi olacak. 2050 yılında, Japonya, Fransa, Almanya, İtalya ve Kanada gibi sanayileşmiş ülkelerini (G7 ülkelerinden) geçecek olan Türkiye'nin, milli geliri 6 trilyon doları aşacak.

Türkiye, doğru politikaları uygulamayı sürdürmesi durumunda, küresel ekonomide yeni güç dengesi olarak yer alacak.

2050'deki yeni dünya ekonomik düzeninde Çin, 70 trilyon dolarlık milli gelirle dünyanın en büyük ekonomisi olacak. Çin'i, ABD, Hindistan, Brezilya, Rusya, Endonezya, Meksika, İngiltere ve Türkiye izleyecek. 2050 yılında, dünyanın 12 en büyük ekonomisi arasında, Türkiye 9. sırada yer alırken, Japonya, Fransa, Almanya, İtalya ve Kanada gibi sanayileşmiş ülkeler Türkiye'yi geriden takip edecek.

Türkiye'nin, ilk aşamada 1 trilyon dolar, daha sonra da 6 trilyon dolar ile bugünün 9-10 katı büyüklüğündeki milli gelir düzeyini yakalayacağı ifade ediliyor. Kişi başına milli geliri ise 2024 yılına kadar, 20-25 bin dolar düzeyine yükselecek. 2033 yılına kadar kişi başına milli geliri 30 bin doların üstüne çıkacak olan Türkiye'de, kişi başına milli gelir, 2040 yılına kadar 40 bin doları geçecek ve 2050 yılında da 60-65 bin dolar düzeyine çıkacak.

Türkiye, Çin, Hindistan, Brezilya, Rusya, Endonezya ve Meksika'dan oluşan (E7) ülkeler, 2025'te yakalayacakları sanayileşmiş ülkeleri, 2030 yılından itibaren geçmeye başlayacaklar.

Rapora göre, Türkiye'nin de içinde bulunduğu yükselen piyasalar, dünya ekonomisinin itici gücü ve ekonomik dengeleyicisi olacaklar.

Yükselen 7 ülke, artan dış ticaret hacimlerinin yanı sıra, dünyada en çok yabancı sermaye çekecek ülkeler arasında da yer alacaklar. Bu ülkelerden Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin ülke isimlerinin ilk harflerinden oluşan BRIC olarak da tanımlanıyor. Türkiye’de BRIC’in arkasından, en büyük ekonomik hıza sahip ülkeler arasında yer alacak. Raporda, BRIC ülkeleri ve Türkiye'nin, ekonomide ve hukukta yapısal reformlar gerçekleştirmesi ve yeni nesil reformlar yapması durumunda, daha rekabetçi bir ekonomi haline gelebileceği, bunun da yüksek büyümenin sağlanmasında altyapı oluşturacağı belirtiliyor. Türkiye'nin, Çin'den sonra dünyanın en hızlı büyüme kapasitesine sahip ülkesi olduğunun belirtildiği raporda, bu grupta en düşük büyüme hızına sahip olan ülkenin Brezilya olduğu belirtiliyor.

Türkiye, Meksika ve Brezilya gibi ülkelerin, Çin, Hindistan ve Endonezya'ya göre daha genç nüfus yapısına sahip olmaları nedeniyle, bu ülkelerin büyüme potansiyellerinin daha yüksek olduğu vurgulanıyor.

15 Kasım 2008 Cumartesi

Amerika Bütçe Açığından Global Krize

ABD 1929 yılı Büyük Buhran’ından bu yana en ciddi finansal krizi yaşamakta. Konut kredisi veren kurumların ve batmakta olan finans şirketlerinin doğru dürüst devlet denetimi altında olmadan yıllardır istediği gibi davranmasına göz yummasından dolayı Amerikan Yönetimi suçlanıyor. ABD’de 20 yıldan bu yana ekonomik anlayış hep devleti küçültmek, denetimi ve yasaları gevşetmek üzerine kuruluydu.

15 Eylül’de ne oldu da bir anda her şey tepetaklak gitti. Birçok kişi krizin başlangıcını konut kredisi yani "mortgage" sistemine bağlamakta. Sadece o mu? En az 18 ay süreceği söylenen durgunluk dönemine kesin gözüyle bakılmakta. Amerikan ekonomisindeki yapısal sorunlar devam ettikçe, bu durumun düzelmesi daha da zaman alabilir.

Emlak ve finans piyasasında yaşananların, bozuk makroekonomik dengelerin düzeltilmediği, bütçe ve ticaret açıkları giderilmediği takdirde durumun düzelmesi zor. Geçenlerde NewYork Times’ta bir köşe yazarının dediği gibi; “Şaşırtıcı olan ekonominin kriz geçirmesi değil, krizin bu kadar geç ortaya çıkması.

Amerika, son on senedir yoğun olarak, devam ettirilmesi son derece zor bir finansal denge üzerinde yürüyordu. Düşük faiz, yüksek borçlanma Amerika ve Amerikalılar için bir hayat biçimi olmuştu. Amerika‘da son on yıldır faizlerin düşmesinin nedeninin Çin olduğu vurgulanmakta. Bu vurgulamanın nedeni, Amerikan halkının düşük kredilerle sağladığı rantın alışverişe dönüşmesi. Bu alışverişten en karlı çıkan ise, ithalatın önemli bir kısmının yapıldığı Çin. Yani Amerika harcadıkça, Çin sürekli olarak mali rezervlerini artırıyor, bu rezervlerin önemli bir kısmını, tekrar Amerikan ekonomisine ve tahvillerine yönlendiriyordu. Böylece ABD ekonomisi astronomik bütçe ve ticaret açıkları vermeye devam ederken, çok büyük ticaret fazlasına sahip olan Çin sürekli olarak Amerika'nın rahatça borçlanmasını sağlamaktaydı. Yaklaşık 20 yıldır büyük ortalamayla büyüyen Çin, rekor oranda dış yatırım ve sermayeyi kendine çekerken kazancının büyük kısmını Amerikan tahvillerine yatırdı.

Son yıllardaki Amerika-Çin ikilemi ile tetiklenen Amerika bütçe açığı, 11 Eylül sonrası Afganistan ve Irak savaş harcamaları girince rekor kırmaya başladı. Ancak bütün bunlara rağmen Çin ve Doğu Asya'nın Amerikan tahvilleri satın alması sayesinde faizler düşük kaldı ve Amerikan ekonomisi, borçlanma hızını korudu. Bütçe açığının giderek artmasına rağmen alışagelmiş faiz oranlarının düşmeye başlaması, kredi kartı harcamalarının ve tüketim alışverişin artması başka hangi ülkede sorusunun yanıtı, bizlerce malum.

Yaşanan gelişmelerle Amerika’da faizler son derece düşmesine rağmen, anlaşılmaz şekilde emlak fiyatları sürekli arttı. Özellikle 2000’den sonra yılda ortalama yüzde 10 emlak fiyatlarının artması piyasada ciddi bir doygunluk yarattı. Ama düşük faiz cazibesi nedeniyle hem bankalar hem de tüketiciler gözü kara davrandı ve fazla risk aldı. 100 bin dolarlık ev kredisi alan Amerika’lı, bir süre sonra emlak değerinin spekülatif artması, değerinin 150 bin dolara çıkması ile ilave 50 bin dolar daha kredi alarak, diğer yaşamsal konforu için harcadı. Piyasayı canlandırdığı düşünülen bu gelişimlerden kimsenin şikayet yoktu. Ta ki günün birinde o evin 60-70 bin dolar ettiğini öğrenene kadar. Yüksek fiyatlı ev alarak borçlanan çoğunlukla düşük gelirli kesim, aldığı ev kredisi borcunu ödeyemez hale geldi O zaman da, ev mortgage kredisi kullandığı kuruma kaldı. Saadet zinciri bitmiş, finans kurumları ellerinde binlerce evle baş başa kalmıştı. Sonuç olarak konut kredisi sistemindeki kriz, 2008’de hem finans hem de reel sektörü etkilemeye başlayınca bugünkü panik noktasına gelindi.